Alkış

Alkışların üretkenliğin kıvamına etki etmesine müsaade ettiğimiz vakit arz-talep ilişkisini yerine getiren ve ondan bekleneni yaptıktan sonra aferin alabilmiş miyiz?

5/8/20242 min read

Toplum alkışlaya alkışlaya geri zekalı yaptı bazı kişileri, bilhassa da bazı sanatçıları!
En fazla alkışı alan en aptala dönüştü resmen.
İnsanın kendi kapasitesinin keşfine en büyük engel; popüler olup ilgi yağmuruna tutulması sanki.
İşte o zaman kişi ne yapıp ilgi gördüyse, aynı yapıda kalabilir ya da çektiği ilgiyi beslemek için hiç yapmayacağı,
saçma sapan şeyleri yapabilir.
Yani sembolik olarak ALKIŞ kişinin, özellikle sanatçının ne üreteceğine ve ne sıklıkta üreteceğine
yön veren bir durum gibi gelmiştir bana.
Daha az bilinen insanların özel eserlerine mutlaka denk gelip her birimiz şunu demişizdir: "Ya seni nasıl kimse keşfetmez?", "sen nasıl duyulmadın bu zamana kadar?"
Bazıları keşfedilmediği için KENDİ kalabildiğinden habersizdir.
Bu incecik bir çizgi… İnsan egosunu avlayabilme özelliği olan ALKIŞ'ın
görülebilen, duyulabilen ve okunabilen tüm hallerine itaat edip kurban mı olacağız?
Yoksa kendi halimizde BİR ŞEYLER yapıp, belki bu dünyayla ilişkimiz kalmadığında
birilerinin bizi keşfetme olasılığına mı bırakacağız kendimizi?..
Keşfedilmekle ilgili derdi olmadan, özgürce üretebilmek!
Düşüncesi bile ne iyi hissettiriyor.

Mesleği sanat olan biri için tanınma faktörü tabii kazanç açısından büyük oranda fark yaratır.
Yapmış olduğu şeyi biraz şova dökmek zorunda kalacaktır eninde sonunda.
Eğer sanatçı popüler olma ve kendisinden beklenenler konusunda, bilinç ve farkındalığını koruyup ilerleyebilirse kendisi için
en verimli kariyere doğru yol almış olacaktır.

Ancak burada da şöyle bir sorun çıkma olasılığı çok yüksek;
toplum yönetemediği sanatçıyı alkışlamayı bırakacaktır.
Başka bir deyişle avlayamadığı kurbanı pek sevmez bu toplum.
O alkışlayacak, sen de o alkışı besleyecek şeyler yapacaksın. Yani seni çıplak seviyor ise öyle kalacaksın.
Ya da giyinikken çektiğin ilgi azaldığında birdenbire soyunman gerekebilir...
Olay sadece çıplaklık değil, bu saç rengi ve modeli, konuşma tarzınız bile olabilir.
Keşke şu duyguda kalabilsek;
Kendi alkışımız, içimizden o anda her ne yapıyor isek ondan memnun olma halimiz, dahası alkışın en yüksek hali
yaptığımız şeyden çok memnun olma halimiz.

Yaptığımız şeyi gözden geçirip içimizden;
“elimden gelenin en iyisini yaptım” diyebiliyorsak doğru bir biçimde yapılan bir şeyin haklı gururunu yaşarız.
Ve bu his bize kendimizi iyi hissetmemizi sağlayıp alkışların verebileceği türden bir mutluluk verebilir.
Tabii biz buna izin verebilirsek. Alkış; tebrik, evet
ancak aynı zamanda sesli ve çoğul bir onay değil midir...

Alkışların üretkenliğin kıvamına etki etmesine müsaade ettiğimiz vakit arz-talep ilişkisini yerine getiren ve
ondan bekleneni yaptıktan sonra aferin alabilmiş miyiz, onaylanmış mıyız diye soramayan dilimizin görevini üstlenen
bakışlarımız ve özellikle önde kavuşmuş ellerimizle cevabımızı bekleriz.
Onaylanmanın büyük hazzıyla bunu bir daha yaşamak üzere ayrılırız göz önünden. Hem ebe bizizdir hem kaçan...